Berlin’deki Hamburger Bahnhof Müzesi’nde aralık ayı başlarında Berlin’deki açılan Semiha Berksoy sergisine gittim. “Singing in Full Color” (Tüm Renklerde Şarkı Söylemek), nasıl da Semiha’ya yakışan bir isim… Bütün işlerimi bırakıp o açılışta bulunmam şarttı. Semiha Berksoy benim için “Türkiye’nin kültür hayatında yeri olan çok önemli bir isim” olmanın çok ötesinde, büyük yol arkadaşımdı.
Açılmasından büyük gurur duyduğum ve 2025 Mayıs sonuna kadar sürecek olan sergi ile ilgili izlenimlerimi paylaşmadan önce, size Semiha Berksoy ile ilgili yaşanmışlıklarımdan kesitler aktarmak istiyorum.
İlk tanışmamız 1986’da Atatürk Kültür Merkezi’nde, yeni dışavurumcu resimlerimle açtığım büyük sergilerden birinde oluyor. Semiha Berksoy adını ben de tabii ki herkes gibi biliyorum. Ama sergi afiş ve kataloglarının olduğu standın arkasında otururken bana yaklaşan heyecanlı kadın (o gün 76 yaşındaymış, bense 29) birden beni en güzel şekilde ablukaya alıyor. Bu dev ve çok renkli resimlere bayıldığını, çok etkilendiğini, kendisinin de opera ve tiyatro kariyerinin yanı sıra sürekli resimler yaptığını ve onları muhakkak bana göstermek istediğini ısrarla söylüyor. “Beni yalnız sen anlarsın çünkü sen modernnnnsinn!” cümlesiyle AKM’nin sergi salonunu kendine has sesiyle çınlatıyordu.
Belki bir ay kadar sonra, Cihangir Caddesi’nde sağa doğru eski bir apartmanın beşinci katına çıktık. Zamanı tam bilemiyorum, ama aradan fazla zaman geçmemişti. Çünkü Semihacım kafasına bir şey koyduktan sonra size onu yaptırana kadar ısrarla, hatta durmadan arardı. Tabii ki onun sesini her duyduğumda mutlu olurdum. O fazla büyük olmayan Cihangir dairesinde hayatımın en güzel şoklarından birini yaşadım. Gördüğüm resimler olağandışıydı! Semiha’nın oynadığı operalardan sahneleri, yani Fidelio, Ariadne auf Naxos, Tosca’yı betimleyen, çarpıcı ve yapıldığı yıllarda Türk sanatında görülmemiş resimlerdi bunlar. Hayranlığımı ondan saklamadım ve en samimi şekilde “Semihacım iyi ki beni buraya getirdin, gördüklerime inanamıyorum, seninle gurur duyuyorum!” dedim.
İlerleyen süreçte Beral Madra ve Vasıf Kortun başta olmak üzere, Türkiye’nin önemli sanat tarihçileri ve küratörlerini oraya götürdüm, onlar da şaşkınlıklarını gizleyemediler… Ardından sanat dünyası adım adım, ressam Semiha Berksoy’u keşfetmeye başladı. Kendisini 1990 Haziran’ında bir çağdaş sanat sergisinde ilk olarak ben sergileme keyfini yaşadım. Sarıyer’deki Sadberk Hanım Müzesi’nde düzenlenen bu serginin ardından birçok uluslararası sanat buluşması ve bienal Semiha’nın eserlerini sergiledi. 90 yaşında, New York Lincoln Center’da opera sahnesinde Büyük Elma’yı etkilemeyi başardı!
Onu kaybettiğimiz 2004 yılına kadar, sevgili Semiha ile 18 yıl boyunca çok yakındık.
Semiha bana söz verdirdi, “Beni sen gömeceksin, başkasına bırakmayacaksın.” Ne “mutlu” bana ki, o kara günde, onu sonsuzluğa uğurladığımız 15 Ağustos 2004 tarihinde uzaklarda değildim ve kendisine verdiğim sözü gözyaşları arasında tutabildim.
“SEMİHAİZM”
Çarpıcı bir katalogla beraber açılan Berlin sergisinin küratörleri Sam Bardaouil ve Till Ferlath ile açılış günü tanıştım. Sam açılış günü Semiha’nın işlerinin hiçbir akıma benzemediğini, bunlardan birine oturmadığını ve olsa olsa “Semihaizm” denilebilecek bir şeylerden söz edilebileceğini söyledi. O anda en çok alkışlayanlar arasındaydım, çünkü tamamen aynı şeyi düşünüyordum. Zaten onun sanatının farkında olan herkes aynı görüşteydi! Semiha İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından hemen önce üç yıl Yüksek Müzik Akademisi’nde eğitim aldığı Berlin’de en büyük müzelerden birinde bu sefer resimleriyle afişte yer aldığını görse, inanın kendini kuş kadar hafiflemiş hisseder, engin bulutlara yükselir uçup giderdi.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki Türk sanat ortamının tüm havasını solumuş olan Semiha, Atatürk’ün emriyle İran Şah-ı için bir aydan kısa bir sürede yetiştirilerek sahneye konulan Özsoy Operası’nda rol almış olmaktan her zaman büyük gurur duyardı. İtiraf edeyim, 2024’te sinemada izlediğimiz “Bir Cumhuriyet Şarkısı” adını taşıyan ve Özsoy Operası’nın hangi mucizelerle yetiştirildiğini anlatan filmde Semiha Berksoy adının geçmemesi, beni son derece şaşırtmıştı. Bunun yanıtını bilmiyorum. Semiha’nın tiyatro ve sinema kariyeri de operaya paralel olarak ilerleyen zengin bir çeşitlilik içeriyordu.
Sergide Semiha’nın eserlerinin her dönemi ve onunla ilgili belgesel, arşiv fotoğrafları ve dokümanları var. “Her dönemi” derken belki yalnız sonlarda yaptığı az boyalı dev çarşaflar yoktu. Sergideki Nâzım Hikmet portresi, daha önce bahsettiğim 1990’da Sarıyer’de onun ilk sergilendiği çağdaş sergisine dahil ettiğim tuvaldi.
Hayatının içinde, aşık olduğu Nâzım dışında Fikret Mualla, Muhsin Ertuğrul, Cahide Sonku, Cemal Reşit Rey gibi ünlülerin izleri vardı. Olağandışı sanatçının işleri annesinden ve hayatına giren insanlardan, Atatürk Türkiye’sinin modernizminin kendisine değen en çarpıcı renklerine kadar geniş bir kişisel yelpazeyi temsil ediyor. Semiha, Berlin sergisini çok hak ediyordu ve bunu görebilmiş olmasını çok isterdim. Bu harika buluşma, içinde küratör Sam Bardaouil, Deniz Pehlivaner ve Ayşe Güngör’ün sunum yazıları bulunan 280 sayfalık kapsamlı bir katalogla sunuluyor. Onun eserlerinin en çarpıcılarını bir arada izleyebilmek, yakında İstanbul’da da mümkün olacak. İstanbul Modern, Berksoy’un retrospektifini sanat severlere sanıyorum önümüzdeki birkaç sergi içinde sunacak. Semiha’nın kızı Zeliha Berksoy, onun bize bıraktığı büyük mirası, adını ve kariyerini en güzel şekilde tiyatro sahnelerinde sürdürmeye devam ediyor… Bu yıl, 11 Mayıs’tan önce Berlin’e gider misiniz bilmiyorum ama Türkiye’nin neresinde olursanız olun İstanbul’da yapılacak olan retrospektifi sakın kaçırmayın… Yoksa demedi demeyin, Semiha sizi hedef alır, peşinizi bırakmaz!
“ELLERİYE SOKAK HAYVANLARINI BESLERDİ”
“Bedriciğim bütün resimlerimin bir müzede toplanmasını istiyorum! Mesela Çengelköy’de doğduğum bina olabilir… O müzenin her yıl yaratacağı gelirle İstanbul’da sokak hayvanlarının beslenmesini sağlamamızı istiyorum.” Semiha’nın sokak hayvanlarına ne kadar bağlı olduğunu size şöyle anlatmayı deneyeyim, evinde devamlı olarak yemekler pişirilirdi, ne kadar dolu olursam olayım beni dokuz kere aradıktan sonra yakalar ve birlikte barınaklara gidip bayram yapmak üzere kendisini bekleyen kedilere ve köpeklere o tencereler dolusu yemekleri kendi elleriyle dağıtırdı… Şayet 2024 Türkiyesi’nde yaşıyor olsaydı, hayvanları itlaf etmek üzere çıkarılması ve uygulanması istenen yasaları savunanları ne yapardı Semiha Berksoy bilmek istiyor musunuz? Bence bilmek istemezsiniz…
Semiha hayatta bir şeyi kafasına koyduğu zaman onu gerçekleştirmemesi neredeyse mümkün değldi. Ömür üstünden arzu ettiği müzesinin sokak hayvanlarını geçindirmek üzere bir ekonomik güç yaratması projesini de burada tekrar tarihe sunarak hatırlatmak istedim. Belki Semihacığımın ısrarı ve inadı sonunda bir gün bunu da başaracaktır.